10 Kasım 2016 Perşembe

Hayatın Satrancı

...
Annesi onu terk etmişti.
Babası ise 7 yaşında kanserden ölmüştü.
Hiç kimsesi yoktu..

O sadece bir çocuktu.
Elinde minik bir hikaye kitabı.
Sırtında yumuk, eski bir çantası vardı.

Diğerleri onun yaşamayı bilmediğini düşünüyordu.
Çünkü onlar gibi gülmüyordu, konuşmuyordu.
Haklıydılar...

Hayatı nasıl yaşamasını bilmiyordu.
Kimse ona nasıl yaşanması gerektiğini öğretmemişti.
Anlam veremiyordu hayata ve içerisinde olanlara.
Anlamsız olanları anlamlandırmak istiyordu.
Çünkü elinde sahip olduğu tek şey buydu.

Yaşama dair birkaç parça vardı elinde.
Ama aralarında nasıl bağ kurması gerektiğini bilmiyordu.
Bu hayatı yaşamakta başarısızdı.

Hayatını yaşamayı bilmeyen bu küçük,
Hayatını kendisinin üzerine değil, başkalarının üzerine kurmak istedi.
Aşık oldu.

Sevdiği küçük kız onunla ilgilenmiyordu.
Çünkü kız için o çocuk yeterince ilginç değildi.

Küçük, aşık olup söyleyemediğini anladığı an anlamıştı;
bu hayatta yaşamayı başaramadığını.

Küçüğün, yatağının altında bir satranç takımı vardı.
Geçmişinden kalan tek şey buydu.
Satranç tahtasını minik elleriyle eline aldı ve kucağına koydu.
Önünde siyahın keskinliği ve beyazın dipsizliği vardı.
Tahtaya uzun bir süre boyunca boş boş baktı.

Satranç oynamayı öğrenmek istedi. Öğrendiği şey bir tahta ve üzerinde yer alan taşlardan çok daha fazlasıydı. Her taşın anlamı vardı. Kimisi güçlüydü, kimisi zayıf. Kimi zaman hayattaki başarısızlığını düşünüp agresif oynardı, kimi zaman ise tahtada kendini aşık olduğu kıza karşı koruyacak kadar savunmaya dönük oynardı. Bazı taşlar oyunun başında yarıyordu, bazıları ise sonunda.

Bütün taşları hissetmeye başlamıştı. Gerçek dünyadaki o kahramanlar yoktu bu tahtada. Sadece kendisi ve rakibi vardı. Popüler olan ve insanların aklını oyalayan şeylerin tahtada yeri yoktu. Sadece olası hamleler ve anlam vermen gereken rakibin vardı.

''Tek kötü hamle, kırk iyi hamleyi boşa çıkarır.'' - Horowitz

Satrançta skor tutulmaması gerektiğini çok iyi biliyordu. Çünkü tek kötü hamle, kırk iyi hamleyi boşa çıkartıp, anlamını bozuyordu bazı şeylerin.

Satranç tahtasında yalan ve ikiyüzlülük çok fazla yaşayamaz. - E.M. Lasker

Bu tahtada yalan, iki yüzlülük ya da çıkar çatışması bulunmuyordu. Sadece taşlar ve kellesini koruman gereken şah vardı. Bütün bu başarısız olduğu dünyayı yıkıp, başka bir dünyada yaşıyordu. Başarılıydı çünkü birçok kişiyi yeniyordu.

İnsanlar artık ona değer vermeye başlıyordu. Kazandığı için ilginçleşmeye başlıyordu. Bir numara olmuştu! İnsanların parmakla gösterdiği biriydi.


Birçok kişi onun yerine geçmek istiyordu.
Bir kişi hariç...

Onu yıllar sonra gördüğünde anlamıştı. Aslında hep kaybetmiş olduğu bir oyunu kazanmaya çalışır gibiydi. Artık taşların parçaları yerine oturmuştu ve bütün tablo çok netti. Küçüğün hayatta kalmak için kurduğu bu masum tabu aslında hep onu yenmişti.

''O, hiçbir zaman çok istediği gönlünü değil; hiç istemediği satrancı vermişti...''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder